"Şehir Gerillası Gibi Yaşamak Gerek!"

GİRİŞ TARİHİ:  30.10.2012, 12:29 GÜNCELLEME TARİHİ:  30 Ekim 2012 Salı, 12:32

Rıza Kocaoğlu şimdi de Karadayı'nın Kibrit Yasin'i olarak arz-ı endam ediyor. Son yıllarda nitelikli dizi ve filmlerde izlediğimiz Kocaoğlu, beyazperde ve TV dışında sıkı bir Göztepe taraftarı olarak tribünde, aktivist olarak sokaklarda, iflah olmaz tiyatrocu olarak alternatif bir sahnede her an karşınıza çıkabilir...

Rıza Kocaoğlu'yla bir gün illa söyleşecektik ama ne zaman? Bu belli değildi işte. Araya hep bir şeyler giriyordu. O da kâh sahnede kâh dizide kâh filmde oynadığı rollerle insanın röportaj iştahını kabartıyordu. Hayat bazen bizi bir festivalde bazen de halı sahada buluşturuyordu da iş söyleşiye gelince bir türlü buluşamıyorduk. Meğer şeytanın bacağını kırmak için Karadayı'nın yayına girmesi gerekiyormuş. atv'nin iddialı dizilerinden Karadayı malum, bir adalet arayışı ekseninde bir öykü anlatıyor. İyi tarafta, haksız yere bir başsavcıyı öldürmekle suçlanan bir baba ve onu kurtarmaya çalışan bir oğul var. Kötü tarafta ise onları tufaya getiren savcı ve onun karanlık ilişkileri... Rıza Kocaoğlu ise düğümü çözecek olan komiser nam-ı diğer Kibrit Yasin rolünde... 30'larında, kendini biriktiren, sıkı bir Göztepe taraftarı, aktivist, popüler bir oyuncu olsa da tiyatrodan asla vazgeçmeyen Rıza Kocaoğlu, söyleşi sırasında oyuncunun bir şehir gerillası gibi yaşaması gerektiğini düşündüğünü söylediği zaman "Nasıl yani?" dedim. O da açıkladı: "Oyuncunun, gerektiğinde ortaya çıkıp eylemini yapan, ki bu eylem bir dizi olur, tiyatro oyunu olur, film olur, sonra da ortadan kaybolan bir anlayışı olmalı ve bağımsız kalmalı." Ezber bozan bir yaklaşımdı. Ama söyleşi için neden bu kadar zaman bir araya gelemediğimizi de ele veriyordu!
- Labirent filmi dışında, son zamanlarda kanun kaçağı, tetikçi gibi rollerle çıktınız karşımıza. Karadayı'da masanın diğer tarafına geçtiniz ve komiser Yasin'i nam-ı diğer Kibrit Yasin'i oynuyorsunuz.
- Enteresan bir duygu ve güç. Zaten bu güç sayesinde Kenan Ağabey'i (İmirzalıoğlu) dövebiliyorsun. Ama o izin verdiği ölçüde dövebiliyorsun tabii (gülüyor). İşin aslı birbirimize dokunmadan çektik o sahneyi. Sinema için bir söz vardır, dayak atılmaz yenilir diye. Kenan Ağabey aksiyon sahnelerini çok iyi çeken bir oyuncu. Vücudunu iyi kullanıyor. Çok güzel dayak yediği için o sahne gerçekçi oldu. Bir de, evet Kenan Ağabey'i dövebilirim ama o otururken.
- Gerçi siz Behzat Ç. filminden sorgu odasına alışıksınız.
- Aynı dayağı ben de Behzat Ç. filminde Erdal Beşikçioğlu'ndan yemiştim.
- Polisleri sever misiniz?
- Polisine bağlı diyeyim. Sevdiğim polislerde de oldu sevmediklerim de. Ama genel olarak önyargım vardır. Gerçi bir meslek grubunu sevmem durumundan aslında rahatsız olanlardanım. Mesela 'oyuncu milleti' nitelendirmesi hoşuma gitmez. Sonuçta bir elin beş parmağı da bir olmuyor.
- Karadayı'da masum bir adamın suçlanması söz konusu. Ama suçlayanların başında, kanun gücünü de arkasına almış bir savcı var. Galiba Kibrit Yasin çözecek durumu? Bunun ipuçlarını aldık diziden.
- Evet, oynadığım Kibrit Yasin sürprizli bir karakter. Suç dünyasıyla işbirliği içerisinde gibi görülüyor belki, ama işini de iyi yapmaya çalışan bir polis. Birinci sezonun sonunda ve ikinci sezonda sürprizler olacak. Onlar şimdiden belli. Bu dizinin, yolda belli olur durumu yok. Karakterin nereye evrileceğini biliyorum, senaristler bana anlattı. Bu da oyuncu olarak benim elimi güçlendiriyor.
- Karadayı 70'li yıllarda geçiyor. Her şeyi ile günümüzden farklı bir dönem. Bu farklılığı sette hissediyor musunuz?
- Hissediyorum. Zaten çekimlerden önce filmler izledim, kitaplar okudum. Naif ve kırılgan bir dönemmiş. Çok acılar çekilse de yaşam renkliymiş. Hani keşke yaşasaydım dediğim bir 10 yıl, 70'ler. Senaristlerimiz binlerce sayfayı bulan notlar çıkarmış. O notlarda 70'lerde kabadayı, gazino kültürü, emniyet ve polisin çalışma hali gibi konular anlatılıyor. Onlardan da çok faydalandım.
- Sizin filmografinize bakınca fark ettim. Oynadığınız karakterlerin isimleri Pembo Dentist, Temmuz, Obsesif Tuncay, Asit Ömer, Kibrit Yasin... Bu durum size de absürt geliyor mu?
- Geliyor, gelmez olur mu? Ama seviyorum bu durumu. Çünkü doğru konulmuş bir isim ve ona göre uydurulmuş bir lakap seyirci için de iyi oluyor. Seyircinin aklında kalıyor.
- Göztepe maçlarında, tribünlerde sizi nasıl çağırıyorlar?
- En son hangi karakteri oynuyorsam öyle sesleniyorlar. İki sene önce Karşıyaka maçına gitmiştim, 'Temmuz' diye bağırıyorlardı. Bu yıl gittiğim zaman, 'Ali' diye seslendiler. İzleyiciler televizyonda seni hangi karakter olarak görüyorsa aslında onlar için osun. Ama filmlerin de etkisini görüyorum. Mesela Av Mevsimi cuma günü vizyona girmişti, o gece hemen 'Asit Ömer' diye seslendiler bana.
- Dar gelirli bir aileden geliyorsunuz ve bu farklı bir hayat tecrübesi ya da terbiye kazandırır insana. Size ne kattı?
- Her koşulda yaşayabilmeyi, mutluluğun yolunu daha kolay bulmayı öğretti bana. İmkanın varken zaten mutlu olursun. Ama imkanın yokken bile mutlu olabilmek önemlidir. Risk alabiliyorsun, çünkü kaybettiğin zaman ne yaşayacağını, ne duruma düşeceğini biliyorsun. Bunun için hep risk aldım ve mesleğimi daha iyi yapmaya çalıştım. Okuldan mezun olalı 12-13 yıl oldu. İşsiz kaldığım, zor dönemlerim de oldu. Ama kendime yakıştıramadığım rolleri oynamadım. Ayrıca oyunculuk anlayışıma da etkisi olmuştur. Oyuncunun da bir şehir gerillası gibi yaşaması gerektiğini düşünürüm. Gerektiğinde ortaya çıkıp eylemini yapan, bu eylem bir dizi olur, tiyatro oyunu olur, film olur, sonra ortadan kaybolan bir anlayışı olmalı. Ve bağımsız da olmalı. Ben de öyleyim. Bir sete gidip bir şey öğreniyorum, bir tiyatroya gidip başka bir şey öğreniyorum, böyle böyle sürekli biriktiriyorum.

ADALETİ VE MERHAMETİ AİLEM ÖĞRETTİ

- Göztepe demişken, bu meseleyi de bir netleştirelim. Siz İzmir'in güzide takımlarından Göztepe'nin sıkı bir taraftarısınız.
- Doğuştan Göztepeliyim hem de. Karıştırılıyor, aman diyelim!
- Babanız da sıkı bir Göztepe taraftarı diye biliyorum.
- Evet. Göztepe'nin Avrupa'daki büyük macerasını yaşamış, stadları aydınlatan elektrik direklerinde maç izlemiş. Takımın da iflah olmaz amigosu. Zaten onun hikayesinden üç dört film çıkar. Ayrıca iyi bir örgütçüdür. Bir futbol takımı nasıl sevdirilir onu çok iyi biliyor. Bunu da iş edinmişti kendisine. Mesela lise lise gezip, gençleri maça davet edip, onları futbolcularla tanıştırırdı... Zaten onun çevresinde olup da Göztepeli olmamak imkasızdı. Hatırlıyorum, mahalleden maça yürüyerek bin kişi giderdik.
- İlk gittiğiniz maçı hatırlıyor musunz?
- Aklımın erdiği andan itibaren maça gidiyorum. Göztepe'nin efsanevi forveti vardır, Sadullah Abi nam-ı diğer İmparator Sado. Onunla dört beş yaşlarında çekilmiş fotoğrafım var. Biraz da takımın maskotu olma durumları olmuştu küçükken.
- Sizin aktivist olmanızda babanızın iyi bir örgütçü olmasının etkisi var mı? Çünkü sokağa çıkan, eylemlere katılan ender oyunculardan birisiniz.
- Elbette ailenin, insanın karakterinin oluşumunda etkisi vardır. Ayrıca lise zamanlarında okuyup ettiklerimizin, bulunduğumuz sosyal yapının da etkisi olabilir. Ama babam ve annem demokrat insanlardır. Bize adaletli ve merhametli olmayı aşıladılar.

BÜTÜN YAZI 'ABİ ÖLDÜNMÜ?' SORUSUNA CEVAP VERMEKLE GEÇİRDİM

- Kuzey Güney dizisindeki Ali sizin daha çok tanıdığınız bir insan tipi miydi?
- Ali bizim mahallenin çocuğu gibiydi. Onu sevme sebeplerimden biri de hayatla barışık biri olmasıydı. Öyle bir karakteri oynamanın, Rıza olarak bana da faydası vardı. Çünkü sete gidiyorsun sürekli pozitif laflar ediyorsun. Ali gibi çok insan tanıyorum. Bildiğim bir dünyanın karakterlerinden biriydi yani.
- Ali ölünce size nasıl tepkiler geldi?
- Bütün bir yaz mevsimi, 'Abi öldün mü?' sorusuna cevap vermekle geçti. Sonra öldüğüm anlaşılınca 'Neden öldün?' soruları gelmeye başladı (Gülüyor). Kuzey Güney, içinde yer almaktan mutlu olduğumu bir dizi oldu. Ekiple de sıkı görüşüyorum. Senaristleri arkadaşım. Zaten onlar beni Ali'nin ölmesi konusunda ikna etmişlerdi. Çünkü Kuzey karakterinin bir dönüşüm geçirmesi gerekiyor, bu dönüşüm için en önemli etkiyi yaratacak olayın Ali'nin öldürülmesi olduğunu söylediler. Bana da mantıklı geldi.
- İki star Kenan İmirzalıoğlu ve Kıvanç Tatlıtuğ. Siz de Kuzey Güney'den Karadayı'ya geldiniz. Bir paylaşılamama durumu mu var?
- (Gülüyor) Bu işler ekip işidir. İkisi de çok sevdiğim ve saygı duyduğum insanlar. Sanki onlar arasında bir rekabet varmış gibi gösteriliyor ama onlar arasında ciddi bir saygı sevgi durumu var. Bu da çok normal. Çünkü jenerasyon farkı var aralarında. Ki Kenan hepimizin ağabeyidir.

İNSANLARIN SENİ SEVMESİ GÜZEL ŞEY

- Diziler, filmler derken ister istemez popüler hale geliyorsunuz. Popülerlikle aranız nasıl?
- İyi diyelim. Karşıdan gelen enerjiyi anlayıp ona göre davranıyorum. Şimdilik bir sıkıntısını duymuyorum. Saygı çerçevesinde insanlarla doğru ilişki kurulabiliyor. İnsanların seni sevmesi güzel bir şey. Ama nasıl sevdiği önemli. Aslında seyirciyle olan ilişki, sevgiliyle olan ilişki gibi. Sevilmek güzel, ama boğulmak iyi değil. Seni, kim olursa olsun sevgisiyle boğmaya kalkarsa boğulmamak için mecburen tepki veriyorsun.
- Bu popülerlik hali magazin gerçeğiyle de tanışmanıza neden oldu. Magazin basınıyla aran nasıl?
- Hiç bilmediğim bir alan. Durduk yerde senin fotoğrafını çekmeye başlıyorlar. Ne yapacağımı şaşırıyorum. Sonuçta sokakta, orada burada yaşam sürerken, birileri kendi hayatını yaşarken, senin fotoğrafını çekiyorlar. Diğer insanların rahatsız olduğunu görüyorum. Bu rahatsızlığın benden dolayı olduğunu düşünmek beni kötü etkiliyor. Sonuçta ben bir şey anlatacaksam bunu doğru mecrada yapmayı tercih ediyorum. Magazinin de doğru mecra olduğunu düşünmüyorum.

BENİM RUHUM BAĞIMSIZ

- Tiyatro ile bağınızı koparmıyorsunuz. Kâh oyun yönetiyorsunuz kâh bir oyunda rol alıyorsunuz. Bu aralar durum nasıl?
- Tiyatro benim nefes aldığım bir yer. Hiç işim yoksa bile bir arkadaşımla tiyatroda buluşmak hoşuma gidiyor. Çünkü güvende hissediyorum kendimi. Ben oyunculuğu hikaye anlatılıcılığı olarak görüyorum. Anlatıcılıkta kimi zaman yönetmen olarak, kimi zaman oyuncu olarak varım. Mesela Craft Oyunculuk Atölyesi ile bir oyun sahneleyeceğiz. Ben yöneteceğim. Ayrıca bir performans yapacağım. Borusan'ın Sıcak Nokta diye bir sahnesi var. Doğaçlama bir müzik üzerine hikayeler anlatacağım. Metin Gürsoy'dan geldi teklif. Emrah Serbes'in hikayelerinden yola çıkacağım. Bu da beni heyecanlandırıyor.
- Bağımsız yerli filmlerde neden rol almıyorsunuz?

- Valla ben de şaşırıyorum. Biliyorsun festivalleri takip edip bağımsız filmleri izliyorum. Ama bağımsız sinemada tanıdığımız bildiğimiz yönetmenlerden teklif gelmedi henüz. Oysa böyle bir sinemanın da içinde olmak istiyorum. Yanlış anlaşılmasın illa oyuncu olarak değil, gidip kamera arkasında da çalışabilirim. Mesela İki Dil Bir Bavul, Babamın Sesi, Çoğunluk gibi filmlerin setinde çalışabilirdim. Çünkü bu filmler ekip işi ben de oyuncu olarak olmasa bile ekibin bir parçası olmak, isterim. Çünkü benim de ruhum bağımsız...

(SABAH, Olkan Özyurt, 27.10.2012)

CANLI YAYIN